Yayladağı Anıları
28 Ocak 2022 Cuma
Kadıköy İhsaniye camiden kılınan Cuma namazından sonra yolculuğumuz başlıyor. Yolumuz uzun, yükümüz bir tekerlekli sandalye, yetim çocuklara ikram edilmek üzere alınmış birkaç koli kek, bisküvi ve bolca samimiyet. Yol bizim için sadece ulaşıma bir vesile değil. Yola çıkmak, yolda olmak ve yolda kalmak varlığımızın amacı. Yol medeniyetinin çocuklarıyız. Her daim sevdik yolu ve yolculukları. Yolun insanı terbiye ettiği bir gerçek. “Birini tanımak istiyorsan onunla yolculuk yap” demiş eskiler. Yolun böyle bir yönü var. İnsanı aşikar ediyor… Ağır ağır ilerliyoruz. Modern dünyanın hızı kutsamış algısına meydan okurcasına… Aylardan Ocak günlerden Cuma… Mübarek bir günün bu en güzel vaktinde bereketli bir yolculuk…
Yolculuğumuz çok keyifli geçiyor. Yol hiç bitmesin istiyoruz. Niyet hayır olunca akıbette hayır olurmuş. Güzel dostlar vaktimize değer katıyor, kıymetleniyor her bir anımız. İlk durağımız Ankara burada birkaç dostu ziyaret edeceğiz ve yolculuğumuza bir kardeşimiz daha katılacak. Soğuk ve karlı bir Ankara akşamı bizi karşılıyor. Ankara’nın dillere destan soğuğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Bu soğukta içimizi ancak demlenmiş bir muhabbet ısıtabilir. Dostlarla bir araya geliyoruz. Uzun süre birbirini görmemiş dostların, o ilk karşılaşmada yüzlerinde beliren tebessüm… Hava soğuk ama ortam sıcak… Güzel bir muhabbetin ortasında buluyoruz kendimizi. Yayladağı yolculuğumuzun bu ilk durağında oraları iyi bilen değerli bir abimizden bölgeye dair son bilgileri alıyoruz. Yolun yorgunluğuna işittiklerimizde eklenince bir hüzün kaplıyor içimizi. Zira duyduklarımız, duymak istediklerimiz değil. Vakit ilerliyor, çaylar bitiyor ve geceyi geçireceğimiz kardeşimizin evine geçiyoruz.
29 Ocak 2022
Cumartesi Bismillah. Sabahın erken saatinde yolculuğumuz başlıyor. Zamandan kazanmak adına yola erken çıktık. Sabah namazını dondurucu Ankara ayazında yolda kılıyoruz. Yolculuğumuz tüm güzelliğiyle devam ediyor. Yol boyunca muhtelif birçok konuda sohbet ediyoruz. Yolculuğun bereketini iliklerimize kadar hissediyoruz. Dünden farklı olarak hava bugün çok soğuk… Aracımızın termometresi -23 dereceyi gösteriyor. Havanın soğukluğuna aldırmıyoruz, zira muhabbet oldukça hararetli. İlk durağımız İskenderun. Akşam Yayladağı’na geçeceğiz. Şimdilik burada kısa bir şehir turu. Şehre ilk girişte beni saran duygu bir Ortadoğu şehrinde olduğumuz hissiydi. Sanki ülke sınırlarından çıkmıştık. Başka bir ülkedeyiz hissi oluştu. Buralara gelip Habib-i Neccar’ı ziyaret etmeden olmaz. Yasin suresinden aklımızda kalmış o mümtaz şahsiyet. Şehrin diğer ucundan koşarak gelen adam… Hani bazı mekanlar için “oranın maneviyatı çok yüksek” derler ya öyle bir mekan burası da. Her şey gördüğümüzden ibaret değil. Bir mekanda daha önce yaşanan olaylar mekana sirayet ediyor. Böylesi duru bir ortam… Birçok ibretlere mazhar oluyoruz. Biz bizi Allah’a çağıran apaçık bir elçiye iman ettik. Eğer çocuklara ve gençlere tek bir nasihat verme hakkımız olsaydı bu onlara “şehrin diğer ucundan koşarak gelen adam” olun demek olmalıydı.
Gezimiz asi nehrinin kıyısında devam ediyor. Bir nehre uzun uzun bakmayalı epey olmuştu. Su sesini her zaman dinlendirici ve huzur verici bulmuşumdur. Şehir yaşamında pek rastlayamayışımızdan belki de. Kulak verdim ama Asi’yi duyamadım. Ne var ki şehrin gürültüsü suyun sesini bastırmıştı.
Akşam 21.00 gibi Yayladağı’na vardık. Birkaç güzel insan karşıladı bizleri. Bir sürüde hazırlık yapmışlar. Güzel insanlar tanımak rabbimizin en büyük ikramlarından birisidir. Şükrünü eda etmek lazım… Bizi karşılayan arkadaşlarla birlikte kalacağımız eve geçtik. Çaylar geldi. Muhabbet tavına geliyor. Ortada dünya tatlısı bir yumurcak dolaşıyor. İsmi: Fidaeddin. “Dine feda” demek. Ortamın neşe kaynağı oluveriyor bir anda. Tebessümler eşliğinde muhabbetimiz koyulaşıyor. Ebu Musap bölgedeki gelişmeleri tarihi seyri ile birlikte oldukça veciz bir şekilde anlatıyor. Tarih yazılırken orada olmak… Bence içinde bulundukları durumu en iyi anlatan cümle bu... Haritalar değişiyor ve onlar oradalar. Bir hadiseyi Televizyondan, internette takip etmekle bizzat yaşayanların ağzından dinlemek çok farklı şeyler. Canlı tanıklarından dinlerken halleriyle halleniyor adeta yaşıyor gibi oluyorsunuz. Bugün de nihayete eriyor. Son çaylarımızı da içip birlikte yatsı namazını kılıyoruz. Bugün epey bir yorulduk. Yarın Tebessüm merkezinde yetimler ile buluşacağız. Bizim için büyük ve özel bir gün…
30 Ocak 2022 Pazar
Güne sabah namazını camide kılarak başlıyoruz. Kaldığımız evde Suriyeli dostlarımızda birlikte kahvaltı yapacağız. Mükellef bir sofra bizleri bekliyor. Yöresel tatlar da var soframızda. Muhabbet eşliğinde keyifli bir kahvaltı… Kahvaltının akabinde bölgede bir gezi yapacağız. Saat 11.00 gibi de tebessüm merkezine geçeceğiz. Günün bu bereketli saatlerinde gezimiz başlıyor. İlk olarak bölgede istihdam sağlamak amacıyla kurulmuş mantar seralarını ve çilek tarlalarını geziyoruz. Rehberlerimiz Alaaddin ve Abdullah hoca uğradığımız her yerde heyecanlı ve detaylı bilgiler aktarıyorlar bizlere. Yayladağı sınır kapısındayız. Karşı taraf Suriye toprakları… Dağların arasından uzakta Lazkiye şehri görünüyor. Yüksek binaları ile yaşamın aktığı bir şehir. İki farklı dünyayı temaşa ediyoruz. Yaşam ve ölüm… İyi ve kötü… Zalim ve mazlum… Oysa bunca zulüm, kan ve gözyaşının ortasında hayat durmalıydı diye düşünüyoruz.
Alaaddin ve Abdullah hoca dışında bizimle ilgilenen küçük bir rehberimiz daha var. Reşit… Reşit 9 yaşında bir yetim. Annesi tebessüm merkezinde çalışıyor. Küçük rehberimiz sürekli bir şeyler anlatıyor bize. Anlatacak ne çok şeyi var. Çeşitli bilgiler veriyor, ilgileniyor bizimle. Ne de olsa misafiriz. Ev sahipliğinin hakkını veriyor Reşit. Sonraki durağımız mülteci kampı. Kamp sorumlusu bize eşlik ediyor. İçerideki durumu anlatıyor. Bu kamp 18 metre karelik iki katlı konteynırlardan oluşuyor. Kampta yaklaşık 3300 kişinin kaldığını öğreniyoruz. Konteynırlardan birisini ziyaret ediyoruz. Güler yüz ve hoş sohbet ile karşılıyorlar bizleri. 8 kişiyiz ve artık içeride adım atılacak yer yok. Ama adamı öyle hemen bırakmazlar. İllaki bir çay ikram edecekler. Çaylar geliyor ve Mustafa amca ile sohbetimiz başlıyor. Mustafa amcanın gülen yüzünün altında çokta gizli olmayan hüznü görebiliyoruz. Muhabbet bir yerden sonra monolog bir hal alıyor. O anlatıyor biz dinliyoruz. Savaş önceki durumdan bahsediyor. Sonrasında yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor. Hiç tahmin etmezdik böyle olacağını diyor. Belki de bu seyahatin ser levhası bu olmalı; “hiç tahmin etmezdik böyle olacağını.” Bizimde tahmin etmediğimiz gibi. Onlar geldi buraya sığındı peki biz gidip kime sığınırız? Bu soru yankılanıyor zihnimde. Bu sadece bir empati değil aynı zamanda üzerimize düşen sorumluluğunda bir ifadesi. Evim vardı, arazim vardı, arabam vardı… Mutluyduk diyor. Sahip olduğumuz ne çok nimet varmış orada bir kez daha anlıyoruz. O kadar geldik bir fotoğraf çekilsek mi? Çekilemiyoruz, haya ediyoruz. Sanki fotoğraf çekilsek daha çok mahcup olacaklarmış gibi geliyor. Biz mahcup oluyoruz. Mustafa amcanın dikkatimi çeken bir başka özelliği ise yaşadıkları sıkıntıları anlatırken kurduğu her cümleyi “elhamdülillahi rabbil alemin” ifadesi ile bitiriyor oluşu. Nimete şükür gerek, imtihana sabır, her ikisine de hamd gerek. Mustafa amca bize bir kez daha bunu öğretiyor. Söylediği her sözü yüreğinin ateşinde pişiren insanlar ile muhabbetin doyumu olmuyor gerçekten. İstemeyerekte olsa artık kalkmamız gerekiyor. Kamptan çıktık. Küçük rehberimiz Reşit bize okuduğu okulu gösterdi. Konteynır okul… Bu okulda ilkokul öğrencileri eğitim görüyor. En büyük ihtiyaçlarının eğitim olduklarını söylüyorlar. Savaşa doğmuş çocuklar… Kiminin annesi yok, kiminin babası… Kimisinin de hiç kimsesi yok. Art niyetli kimseler elinde bu çocuklar adeta bir savaş makinasına dönüşebilir diyor Ebu Musab. Bu yüzden en büyük ihtiyacımız okul diyor.
Vakit geldi artık tebessüm merkezinde yetim çocuklar ile buluşacağız. Merkeze ulaştık. Rahmet İnsani Yardım Derneği bu merkezde yetim çocuklara aylık düzenli burs veriyor. Bizler için çok küçük onlar için çok büyük bir rakam. 150 TL. Merkeze vardığımızda çocukların birçoğu gelmişti. Merkezin bahçesinde bir park var. Ortalık bayram yeri… Başlıyor eğlencemiz. Suriye’de ilkokul öğretmeni olan Abdullah hoca önce hepimizi sıraya dizdi. Uzunca bir tren oluşturduk. Hava soğuk, çocukların ısınması için böyle bir oyun ile başlıyoruz. Ve trenimiz hareket etti. Çuf çuf çuf… Arkamda 8 yaşında ki Muhammed var. Her adımda ayağıma basıyor. “Muhammed yavaş ayakkabım çıkacak” gülüşüyoruz. Sıra maç yapmaya geliyor. Takımlar kuruluyor ve maç başlıyor. Maç başladıktan 3 dakika sonra kimin hangi takımdan olduğu bir birine karışıyor. Rastgele vuruyor herkes topa. Hayatımda en çok keyif aldığım maç bu. Maçın sonunda tabi ki dostluk kazandı. Kaydırak, salıncak derken sıra geliyor yüz boyamaya. Ben Batmanciyim. Herkese Batman çiziyorum. Arada bir iki kedi ve Süpermen’de çizdim ama neyse. Abdullah kedici. O kedi çiziyor. Ahmet ise bir şey çizemiyor çünkü çocuklar onu çiziyorlar. Kalemleri ellerine geçirdiler. Ben ve Abdullah’ta nasibimizi aldık. Bana saat, Abdullah’a ise kelebek çizdiler. Zamanın ve özgürlüğün bir kıymetinin olmadığı şu günlerde… İnanılmaz keyifli anlar… Sadece çocuklar değil bizde çok eğleniyoruz. Bazen sadece anı yaşamak gerekir. Yapamadım yine. Gözlerim çocukların gözlerine kaydı. Erkek çocukları daha farklı geldi bana. Bir top onlara her şeyi unutturup çılgınlar gibi eğlenmelerine yetiyordu. Kızlar ise çok farklıydı. Oyun oynarken dahi müstehzi duruşlarını kaybetmiyorlardı. Orada bir kez daha anladım ki bir yetim çocuğu güldürmek dünyanın en büyük servetidir. Bir yetim çocuğa her şeyi verebilirsiniz. Güzel bir elbise, yeni bir ayakkabı, güzel oyuncaklar, tatlı şekerlemeler. Ama bir baba, bir anne veremezsiniz. Ve sizin bütün onarma çabalarınız onların yarasını kapatmayacaktır. Biliyoruz ki yaralar kapanmayacak ama o yaraya bir damla dahi olsa su serpmek istiyoruz. Bu çocukların bu ümmetin çocukları olduklarını, hepimizin çocukları olduklarını bir kez daha hücrelerimize kadar hissediyoruz. Bir çocuğa ikram edilebilecek en büyük şeyin bir kucak sevgi, bir yudum tebessüm olduğunu orada bir kez daha anlıyoruz. Koluma çizdikleri saat zamanı durdurmadı. Ve ayrılık vakti geldi. Yolumuz uzun. Orada bulunan çocukların bir özelliği var size her şeylerini göstermek istiyorlar. Çizdikleri resimlerini, ellerindeki çikolatayı, üzerlerindeki elbiseyi… Belki de size yaralarını ve o yaralar ile nasıl başa çıktıklarını göstermek istiyorlar. Tam Yayladağı’ndan ayrılacaktık ki güreş takımlarını göstermek istediler. Spor tüm gençler için önemli ama onlar için daha bir önemli. Kim bilir belki de içlerine bir su serpiyordur. Yeniden yola revan olduk. Hatay’da birkaç dostu ziyaret edeceğiz. Bu gece uyku yok. Sabaha İstanbul’da olacağız inşallah.
31 Ocak 2022 Pazartesi
Anı biriktirmek için uzun vakitler geçirmeye gerek yoktur. Bazen birkaç günde bir ömre beden anılar birikir.
Saat gece 2 civarı. Yoğun bir kar yağışı var. Acelemiz yok. Ağır ağır yol alıyoruz. Muhabbet yine tavında… Arabada herkes uyanık… Bu muhabbeti bırakıp kim uyumak ister ki. Sabah 8 gibi Ankara’ya anca varabildik. Aşırı kar yağışı bizi çok yavaşlatmıştı. Öğlen saatlerinde İstanbul’a vardık. Yolculuğumuz nihayete ermişti. Başladığı gibi bitmeyen, gittiğimiz gibi dönmediğimiz bir yolculuğun nihayeti. Aklımızda gördüklerimiz ve dinlediklerimiz… Zihnimizde beliren ve uzun bir sürede silinmeyecek gibi görünen bir fotoğraf karesi. O karede neşeli ve mahzun çocuklar var. O karede her şeye rağmen hayata tutunmuş adamlar var. O karede tevekkül, sabır ve direniş var.
Bize böyle bir yolculuğu lütfeden Alemlerin Rabbine Hamdolsun… Bize ümmet olmayı bahşeden, bizi kardeş kılan Rabbe hamdolsun… Bize yolları aşikar, menzili mübarek kılan Rabbe hamdolsun… Rabbim o çocukların gözyaşlarını dirilişimize vesile kılsın, bizleri de birbirine hakkı ve sabrı tavsiye eden kimseler kılsın… (amin)